Özellikle reklam sektörü çoğu ülkede TGI gibi muazzam sayıda denek havuzuna sahip araştırmalarla hedef kitlelerin yaşam alışkanlıklarını inceliyor. Yüksek denek sayısı sonuçların doğruluk oranını arttırıyor, bu anlamda elimizde özellikle yeni jenerasyon ile ilgili çok çarpıcı veriler bulunuyor.
Global anlamda Z kuşağı ve sonraki genç yaş grubunun genel davranış biçimleri arasında sabırsızlık, sadakat ve ilgi eksikliği ön plana çıkıyor. Bunlar potansiyel spor izleyicisi için negatif işaretler çünkü yeni nesil takipçilerin kolay vazgeçmek gibi bir alışkanlığı var. Bunun bilincinde olarak çoğu sporda yeni nesil seyircinin daha fazla ilgisini çekebilmek adına bazı revizyonlar yapılıyor. Dünyanın en önemli bireysel sporu olan tenis ise 100 yılı aşkın bir süredir hemen hemen aynı kurallar ve format ile oynanıyor. Dolayısıyla teniste durum nedir, tenis değişmeli mi, bir süredir tenis dünyası bu soruların cevabını arıyor. Ancak genel tabloya baktığımızda bazı şeylerin artık kesinlikle değişmesi gerektiğini görüyoruz.
Olayın tenisçiler ve seyirciler olmak üzere iki bileşeni var. Önce oyuncular tarafından bakarsak, en büyük problem kesinlikle yıllık maç takvimi. Ocak’ta başlayıp Kasım sonuna kadar durmaksızın neredeyse her hafta turnuvadan turnuvaya, ülkeden ülkeye savrulan oyuncular yılın net 10 ayını evlerinden uzakta geçiriyorlar. Hiçbir üst düzey sporda böylesine acımasız ve yıpratıcı bir takvim yok, aksine yaz tatili veya belli periyotlarda verilen makul aralar var. Tenisçiler belli bir süre sonra ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar sürekli çalışmaktan ve aileden uzak olmaktan kaynaklı ciddi mental sorunlar yaşıyorlar. Tenise geçen sene ara veren Naomi Osaka bu konudaki en çarpıcı ve sıcak örnek. Bu noktada farklı çözümler bulabilmek mümkün. Sonuç olarak yıllık maç takvimi tenisin geleceği açısından düzenlenmesi gereken en önemli konu olarak önümüzde duruyor.
Finansal konular ise bir başka problem. NBA’de Washington Wizards takımından Kyle Kuzma bu yaz 100 milyon dolarlık 4 senelik bir kontrat yaptı. NBA’de top 50 içinde bile olmayan bir oyuncunun 4 senede neredeyse Roger Federer’in tüm kariyeri boyunca kazandığı toplam turnuva ödülleri kadar (130 milyon dolar) ücret alacak olması tam anlamıyla trajikomik bir durum. Böylece maç takvimi için ‘biz ne yapıyoruz?’ diyen tenisçiler denkleme ücret skalası da girince bu sefer “biz bunu niçin yapıyoruz” sorusunu da kendilerine soruyorlar. Üst tarafta bunlar yaşanırken, tamamen turnuva ödüllerine dayalı ve belirli bir sabit ücrete bağlı olmayan sistem alt taraftaki genç oyuncuları ise ayrıca eziyor. Pek çok parlak oyuncu daha ortaya çıkmadan kaybolup gidiyor.
Olayın seyirci tarafında ise maçların uzunluğu ve verimsizliği büyük sıkıntı yaratıyor. Özellikle grand slam turnuvalarında minimum 2.5-3 saat süren maçlar genç kuşaklar için çok uzun. Bu sene Roland Garros’ta Jannik Sinner’in 2. tur maçı 5.5 saat sürdü. Maça saat 13.00’te girdim, ilk 2 seti seyredip çıktım, yemek yedim ve sonrasında bir sürü maça girdim, 17.30’da tekrar gelip Sinner’in maçını bitirdim çünkü 13.00’te başlayan maç 18.30’da bitti! Hem oyuncular hem de izleyenler için sıkıntılı bir durum. 2. tur maçında 5.5 saat oynayan tenisçi ise 3.tur maçında tüm enerji deposu boşaldığı için çok kolay bir rakip haline geliyor. O gün Sinner’i 5.5 saatte yenen Alman oyuncu Daniel Altmaier, 3.tur maçında rakibine 2 saat sonunda 3-0 yenilerek elendi. Kortta bir sonraki maç için bekleyen tenisçiler için de fazladan 2-3 saat beklemek ciddi bir konsantrasyon problemi yaratıyor. Tenis maçlarının içinde çok fazla atıl alan bulunması, tekrarlanan puanlar ve 5 set uygulaması maçların özellikle erkeklerde gereğinden çok fazla uzamasına sebep oluyor. Bu noktada maçın içindeki atıl alanlara odaklanmak gerekiyor. Servislerde ‘let’ kuralının kalkması, oyunlarda 40-40 (deuce) durumunda sonucun tek puanla belirlenmesi, servis atma süresinin daha da kısaltılması gibi uygulamalar bile faydalı olacaktır. Ancak ne olursa olsun 4 saat süren bir tenis maçını, oynayanlar Nadal ve Djokovic bile olsa yeni nesile aynı yoğunlukta izletmeniz çok zor, artık bu gerçeği global tenisi yönetenlerin anlaması ve bu doğrultuda adımlar atması gerekiyor.
Yazıyı renkli Avustralyalı oyuncu Wimbledon finalisti Nick Kyrgios ile bitirelim: “3 sezon daha arka arkaya tenis oynayacağımı zannetmiyorum, sürekli yollardayız, 4 aylık yeni bir seyahat mi, zor görünüyor, ben almayayım. Artık aile kurup, biraz da ailemle vakit geçirmek istiyorum. Basketbolu çok seviyorum ama NBA’deki sıradan bir oyuncunun bizden daha fazla kazandığını görmek içimi acıtıyor. Eğer bir gün örneğin Suudi Arabistan’da futbolda olduğu gibi bir tenis yapılanması olursa balıklama atlarım, ATP Yönetimi hiç kusura bakmasın!.”
Değişimin gerekliliği için örnek vermek gerekirse bu sene Roland Garros’ta Jannik Sinner ile Carlos Alcaraz’ın 2. tur maçı 5.5 saat sürdü. Sabırsızlık özelliği ile öne çıkan yeni nesile gelecek dönemde böyle uzun bir maçı izletmek imkansız gibi gözüküyor.
PATRICK MOURATOGLOU ETKİSİ
Tenis dünyasının en etkili isimlerinden birisi de Patrick Mouratoglou, Serena Williams’ın 10 sene antrenörlüğünü yapan ve dünyaca ünlü Mouratoglou Akademi’de yüzlerce gence tenis eğitimi veren bir spor adamı. Mouratoglou son yıllarda Ultimate Tennis Showdown (UTS) adlı bir format oluşturdu. 8 dakikalık 4 setten oluşan, oyuncuların sahada ve seyircilerin tribünde çok daha serbest davranabildiği, oyuncuların isimleri ile değil lakapları ile yarıştığı eğlenceli bir tenis formatı. 2-2 lik set eşitliğinde de “Sudden Death” denilen 2 ardışık puan alan tenisçinin maçı kazandığı bir final oyunu oynanıyor.
Mouratoglou formatı “Tennis but louder” sloganı ile tanımlıyor, tenisin daha ses çıkaran eğlenceli hali. “Tenis benim hayatım, tenis seyircisinin yaşlandığını fark ettim ve yeni jenerasyona tenisi sevdirebilmek adına böyle bir format oluşturduk. UTS herkesin daha rahat olduğu ve tenisi doyasıya yaşayabildiği bir oyun, profesyonel turun yerini almak gibi bir amacımız yok aksine orayı olumlu anlamda besleyecek bir yapı bu” diyor Mouratoglou. UTS Turnuvalarına pek çok ünlü tenisçi katıldı ve organizasyonlar oldukça keyifli geçiyor. Tenisten ve ortamdan keyif alabilmeyi hedefleyen UTS amacına ulaşmış gibi görünüyor.
OYUNCULAR NE DİYOR?
Tenisin ana aktörleri olan oyuncular da teniste pek çok şeyin değişmesi gerektiğini söylüyorlar, ancak yorumlar genellikle biraz da tenisçinin bulunduğu ülkenin kültürü ile bağlantılı oluyor. Amerikalı tenisçiler geleneklere saygılı olduklarını fakat maçların hem oyuncu hem de seyirci için daha eğlenceli ve interaktif bir formatta olması gerektiğini ifade ediyorlar, bu oyuncular kütüphane sessizliğinde tenis oynamaktan hoşlanmıyorlar. Orta ve Kuzey Avrupa’ya gittiğimizde ise oyunculardan daha çok saha içi ve maçların kısaltılması ile ilgili teknik yorumlar görüyoruz. Bu grubun hedefi oyundaki klası ve seviyeyi koruyarak yapılacak revizyonlarla daha konsantre bir formata ulaşabilmek. Antrenör ve yönetici seviyesinde ise yapılan yorumlar daha çok global tenis yönetimine yönelik oluyor.
ÖNCELİKLİ SORUNLAR
Global tenisi yöneten ATP ve WTA kuruluşları küçük revizyonlarla durumu idare etmeye çalışıyor ancak artık çok daha fazlasına ihtiyaç var. Çünkü bu şekilde devam ederse tenisin geleceği ciddi anlamda tehlikeye girecek ve son anda durumu kurtarmak için yapılan müdahaleler de daha kötü sonuçlar verebilir.
İşe yıllık takvim ile başlamak lazım, özellikle büyük turnuvalar sonrası takvime ara vermek veya bazı masters turnuvalarının süresi bir hafta ile sınırlanıp oyuncuların biraz daha nefes alması sağlanabilir. 9-10 ay arasına inecek bir yıllık takvim oyuncuları rahatlatacaktır. Özellikle genç oyuncuların finansal sorunlarını çözmek için bir fon oluşturulmalı ve üst tarafta da oyuncuların kazançları diğer benzer popüler sporlarla aynı düzeye getirilmeli. Yıllık global tenis ekonomisinin onlarca milyar dolar olduğunu düşünürsek işin finans tarafı aslında çok daha kolay çözülebilir.